YAZAMAK

yazamak ihtimalim...

Perşembe, Ağustos 03, 2006

SAÇLARIMIN DENİZ KOKUSU

Öyle yorulmuşuz ki; gece bıkkınlıklarından, sabah telaşlarından ve bir “iyi geceleri”, bir “günaydına” saplamaktan…
Artık ecel korkusu bile yetmiyor yaşadığımızı sanmaya
Rutin makamında şarkılar açıyor ömrümüzün sol anahtarları
Mucizeden eser; az denilecek kadar hiç, hiç denilecek kadar yok.

Şimdi ben, rutin bestemi bir dalga sesinde yitirmeye
Sınırlı hayatımı, sınırsız derin maviliklere çalmaya
-Ki ben aslında sınırları belli olmayan şeylerde yüzmesem de, havuzu tercih etsem de –
Bu seferlik, hepiniz için denizleri kulaçlamaya
Yanı sıra alıngan bir sahili pineklemeye gidiyorum…

Herkes için ve her şey için deniz kokusu getirmeye gidiyorum
Döneceğim…

Cumartesi, Temmuz 29, 2006

ÇOĞALAN

Sureti bende bir aynadır artık zaman
Her kırılması daha çok sana çoğalan
Yüzün var aynamda
Her şeyiyle bana çalan

Gel bak bana
O şaka bayramından bu yana hiçbir şey kaybetmedim senden

Aklımdan sana ilişkin sözler değil
Hala nehirler geçiyor
Aldanıyorum ben
Kanıyorum yar,
Aklıma düşürdüklerine
Kanıyorum yar,
Ömrüme açtığın yaralardan

Eksilmiyorum
Ben
Çoğalıyorum
Sen

Aç paranetez “biz senle yara aldığımızda hep aynı yerden kanardık”. Sen kanamıyorsun şimdi biliyorum. Ama ben hala acını sahiplenip sen olmaya devam ediyorum. Yineleniyorsun bende...parçalanıp çoğalıyorsun benle...Lanet olsun yıllardır bitmiyorsun...kapa parantez

Cuma, Temmuz 21, 2006

AKLIM NEFRETİN ATEŞİNDE

Öndeyiş;
Küller küle, dumanlar dumana…
Yalnızlık korkusuyla devinen duygu fukaralarına;
Hiçbir namussuz geceyi pas geçmeyen his yoksullarına;
Yalnızlıklarını “stepne dostluklar” ile saklayanlara;

(Gök)yüzleriniz karanlık, varlığınız dehliz, coğrafyanızı bok götürüyor. Yakın tarihinizin nahoş manzarası tüm kimsesizliğe karşınızda dururken, siz yalan bir mutluluğu evlat edinmeye devam edin. Arkanızda bıraktığınız çukurları hayra, insanlara olan saygısızlığınızı kendinize olan saygınıza yorun. Çünkü, zaten her yaptığınız kendinize dönük.
Kadınlarınız mide bulandıran oyunlarla hemcinslerine bile çaresizlik koklatırken, erkekleriniz cinsel organlarını avuçlayıp tüm kadınları orospu ilan etsin. Şanzımanlı duygulara beş vitesli ihtirasların katıldığı ve biraların su gibi akıtıldığı gecelerde ruhunuza zevk zerk edin. Sonra namusdan dem, birbirinize gem vurun. Ve durmadan çoğalın. Kitlelileriniz yığın, yığınlarınız çetelerce dost olsun. Bir gruba dahil olmanın dayanılmaz hafifliği ile hipnotize olup, kafesi açılan sırtlan kümelerine dönüşün. Korkularınızı, korkularınıza sığınıp söylediğiniz yalanlarınızı, yalanlarınız gözükmesin diye kullandığınız maskelerinizi koruyun.
Sorsanız çok yıpranmışlar; değmeyin göz yaşlarına. Bu kayıtsızlık, bu en yakınını bile göremeyecek kadar körlükten kaynaklı kusurlar hep bu göz yaşının sonucu onların dimağında. Ama ceplerini boşaltsa sağında kusurları solunda sebepleri. Kusur sebep ilişkisinde hep sütten çıkma ak kaşık birileri. Bide “kendiyle barışık olma” olmuş bu kusurları kabullenmenin ismi.
Hepiniz için sancıdan bozma bir nefretim var. Gölgenizden bile kaçıyorum. Şeffaf yüzlerinize, nasır bağlamış bilinçlerinize, yalana boğulmuş söz dizimlerinize kusmak, “mezarlarınıza tükürmek” istiyorum.

Sondeyiş;
Küller küle, dumanlar dumana…
yalanlar gerçeğe
gerçekler isyana
isyanlar namlusu size dönük bir silahın tetiğine abanmaya dönüşecek
ve kader sizin için intiharla bile bitemeyecek mutsuz bir son hazırlayacak…

Cumartesi, Temmuz 08, 2006

Ben merkezli rüyalar zincirini başlatan adama yada Babama

Bana bir masal anlat baba. İçinde annemle beni nasıl hayal ettiğiniz olsun.
Bana benim rüyamı anlat baba. Sizin hayaliniz olduğum gerçeği yüzüme vurulsun.

Ben sizin hayalinizken, nasıl olurda kendi geçeğimi yaşamaya çalışırım? Siz beni hayal etmişken nasıl olurda sizden bağımsız bir rüyanın asli kahramanı olurum? Ben senden boşalmışken ve dahası dedem seni boşaltmışken; sen ne kadarını susabildin onun öğrettiklerinin ve ben ne kadarını susuyorum? Her şeyimi belirlemişken senin her şeyin; ben nasıl olurda gözümün içine baka baka “benim” derim? Ben başkasıyken, mesela senken, nasıl olurda doğrularımla övünüp yanlışlarımla yerinirim? İnadına özgürlük diye söylenen bu cenin yalancı mı? ..................
(Çok soru sordum biliyorum. Çocukken hiç sormazdım ama biliyorsun. Sen ona say...)

Şimdi rüyan bir başkası baba. İki gözü kan çanağı. Senin öğrettiklerinle yetinmeyip, almış koynuna günahları uyumakta. Uyandır rüyanı baba. Beni kendine inandır baba.

Pazartesi, Temmuz 03, 2006

FİLM

Aç parantez Mustafa 6 okların yapmış olduğu İstanbul Kanatlarımın 6nda filmine karşılık Fiziğin Temel İlkeleri isimli bir film yapılabilir en realistinden. Yada Sinan Çetin’in yapmış olduğu Bay E filmine karşılık Alfabenin 6. Herifi diye bir film de düşünülebilir en semboliğinden. Ama en iyisi başka bir film yapmak kapa parantezi

BAŞKA BİR FİLM
…ve adam, yüzünde yüzyıllık yalnızlığın verdiği pişkin bir gülümseme ile gözleri kapalı, salonun ortasında öle salak salak yatmaktadır. Etrafta, kimsenin çok uzun zamandır oraya uğramadığına dair emareler; tozlu eşyalar, taşmış kül tablaları, mastürbasyon peçeteleri vesaire. Kamera önce sararmış dişleriyle adamı, sonra teker teker nesneleri gösterir. Tekrar adamı gösterdiğinde, odanın kapısı insanın tüylerini dikenleştiren bir sesle açılır. Aynı anda adamın gözleri de… ve kadın elinde bavullar girer..
Adam – aaa geldin mi melek?
Kadın - hayır gidiyorum
Adam – gelmeden nasıl gidersin?
Kadın – geleli çok oldu
Adam – sanmam, öle olsa ben çok uzun zamandır böyle olmam. Diyip peçeteleri gösterir.
Kadın – çok uzun zamandır değil. Sen yüz yıldır böylesin. Hep kimsesiz, hep umarsız çocuk yalnızlığında nihilist bir sokratez figanı içinde, savrulup gidiyorsun yolsuz yolların yollu çılgınlığı içinde yolların yoluna. Bana yağmurların gözü gibi bakıp, yılanın öcü gibi evrilme gizil feryadım, karadutum, çatalkaram, çingenem, söylenmemiş türküm, detone kalp atışım, çengelli çengelsiz iğnem, ruhumun ruhu…..
Tam bu sırada beklenmeyen bir şey olur. Odanın kapısı aynı iğrenç sesle açılır ve içeriğe elinde patlamış mısır ve sinema biletiyle seyirci girer..
Seyirci – ulan yeter yaa sokayım ruhuna da filmine de. Nedir bu yaa… sabahtan beri izliyorum, bi bok anlamadığım yetmiyo bide bu çirkin çarpık bacaklı karıyı sokuyosunuz çük gibi. Hadi bacakları anladık belki natüralist bir anlamı vardır ama en azından şu meme olayına bir çözüm bulsaydınız be yaa, ne bu böle erik gibi. Ulan tamam hepsini geçtim, bari sevişsinler. Sevişmeyeceksen ne giriyon filme. Abuk sabuk laflar yok nihilistmiş yok sokratezmiş. Sokayım tezine! yeter ulan !
Bu sırada kadın çıkmıştır…
Adam – haklısın yaa.. ne bileyim işte.. otursana, biraz laflarız
Seyirci – oturayım bari. Abi sen niye böle yapıyon yaa? geçen filmde de 6 saat yağmuru izlemiştin. Bi derdin mi var? Bu arada iyi ki bu karıdan çocuk mocuk yapmamışın. Mısır yer misin?.....
Seyirci ile adamın gayet sıradan ve boş konuşması devam ederken kamera adamın suratına sabitlenir. Fonda konuşma devam ederken adamın gözleri kapanır ve adam, yüzünde yüz yıl altı dakikalık yalnızlığın verdiği pişkin bir gülümseme ile gözleri kapalı salonun ortasında öle salak salak yatmaktadır. Etrafta, kimsenin çok uzun zamandır oraya uğramadığına dair emareler…

(ELLERİNDEN ÖPERİM ZEKİ DEMİRKUBUZ )

Salı, Haziran 27, 2006

Canımın yangını çok büyük abi, canım burnumda (yalçın, dün)

Alev alev yandığım doğru. Ama sen yine de ver…ver ateşe…ver bizi, evimizi. Bir iz bırak burda…Çünkü iz bırakanlar unutulmaz aşkım figanım, gülüm baharım. Yana yana kış oldu zaten yazım ve ben bu yaz efkarlıyım, başım duman…
Halim duman. Satırlar bile uçar gider aklımdan. Sana sarı laleler falan aldım çiçek pazarından… ama senin gözün yüksekte, benim bir kuru aşkım var. Cesaretim yok ona da, çarpsa da senin kalbin bir başka…
Kalbin ellerin kadar küçük. Adın yok sırtın var bana dönük, bükük. Biliyorum duymak istediklerin bunlar değildi. Ama suya yazı yazmak gibiyse seni sevmek, artık bana kısa cümlelerin kurulacağı bir yalnızlar rıhtımı gerek…

Nakarat (iki kez);
Saklamadım sevgimi, bitermi?
Beklediğim geceler gelir mi?
Bu sabahların bir anlamı olmalı ama demi?
Akşamlarsa böyle midir hep, sessiz?
Işıkları yakın nedir bu giz?

“H” baba sana, senin en sevdiğin şeylerden (yani şarkılardan) kolajımsı bir hediyem var. Hayrını gör.Biraz geyik oldu ama idare et.
Ha bu arada; “emin abi çevirsene önünü..evet hocam..sultan var cumhuriyet var..kuyruğun yok sevgili kurbağa”:)

Cuma, Haziran 23, 2006

"M"

Ah bir kapanabilsem...adımın baş harfi gibi.
Boş sesler, güzel bir cümle olsa ne girdap kalır içimde, boşluğunda savrulduğum, ne de bekleme odası yalnızlığım bakar aynadaki ters akrep ile yelkovana.
Bir soru olurum belki, belki de sır. Cümlesi gizli ve öznesiz bir bahar akşamı olurum iklimimde yas ve is kokulu sarhoş akşamlar…
En çok karpuz gelir akla bide yaşamdan istenen garantiler.
Ölümden garanti isteme yaşın gelir sonra; “Allah ele ayağa düşürmesin” terennümleri annelerden miras.
Çekilir bir dert isteme yaşına sokmadan seni, mumsuz “yaş” pastaların; önce korkularına bağlanmayı, sonra onlardan arınmayı öğrenirsin.
Bir göz yaşından kaçmak için korkar adım koşuşlarının son bulması, arındım anlamına gelir sanırsın. Oysa alışmışsındır sadece ve yorulmuş…
Korku hayatınla şaka gibi oynar ve “her şakanın altında bir gerçek yatar”.
Böyle derdi anneler babalara ve tek celsede boşandılar…